Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Koro mu Konservatuar mı?

10.09.2017
1.730
Koro mu Konservatuar mı?

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Benim yazılarımda veya’lı yahut parantezli alt başlıkları şimdiye kadar görmemiştiniz, sevgili okuyucular. Sebebini birazdan arz edeceğim. Resim çizmesini, şiir söylemesini, beste yapmasını, binalar kurmasını, Allahın daha ruhlarını yaratırken öğrettiği bazı insanlar, 2-3 yaşlarından itibaren kendilerini bu konulara fazlaca kaptırmışlarsa, 8-10 yaşlarına geldiklerinde sergi de açabilirler, konser de verebilirler. Bu tür ilgileri olmayan öbür ‘normal’ insanlar da onlara “harika çocuk, dahi” filan derler. Bu mümkündür. Ama Akademiye girene kadar resimle fazla yakından ilgilenmemiş olan bir kimsenin,daha kalemin-desenin-gölgenin-rengin-tualin dahi ne olduğunu öğrenemeden, ilk yarı yılın sonunda sergi açmaya kalkması düşünülebilir mi? Kendisi –kendini bilmediğinden- istese dahi, kim salonunu verir, duyurmasını-kokteylini kim üstlenir?

İşte müzikte konservatuarsız koro, bunun gibidir. Müziğe az-çok kabiliyetli gençler oradan buradan gelir, amatör bir derneğin çatısı altında toplanırlar. İlk istedikleri şey nedir, biliyor musunuz? Konser vermek! “Peki biz ne biliyoruz, ne öğrendik ki konserini vereceğiz?” diye ne onlar düşünür, ne de hocaları. Çünkü amaç müzik öğrenmekten çok üye kaydetmektir, ki bu da ‘aidat’ı arttırıp para kazandıracaktır (diye umulur). Hiçbir yerden yardım almayan amatör dernekler için bu amaç mazur, hatta tabiidir. Ama söz konusu olan devlet organizasyonları ise, durumun pek tevil götürecek tarafı kalmaz.

1985’de Kültür Bakanlığı müsteşarı Aytuğ İz’at beyden aldığım bir davetle bakanlığa gitmiş, kendisinden, sayın Evren’in Ankara’da bir klasik Türk müziği korosu kurulmasını arzu ettiğini, kendilerinin de bakanlık olarak bu işi benim üstlenmemi arzu ettiklerini öğrendim. Teveccühlerine teşekkür ettikten sonra cevabım şu olmuştu: “Aytuğ Beyefendi, eğer sözü edilen bir amatör koro değil de bir devlet korosu ise, bu müessese sadece konservatuar mezunlarının veya konservatuar dışından üstün sanatçıların (biraz da devlet güvencesi altında olmak için) gidecekleri bir müessesedir. Burada eğitim yılları boyunca öğrenilenler, konserde sergilernir. Bu batıda da, onlardan kopya edilen bizim Gazi Eğitim ve Ankara Devlet Konservatuarında da b öyle olmuştur. Samanpazarı esnaf kahvesinden toplanmış ilkokul mezunu gazino müzisyenleriyle Devlet Korosu kurulamaz. Eğer benden istediğiniz, bir konservatuarın, yeni bir eğitim müessesesinin organizasyonu olsaydı, buna yardımcı olmayı seve seve kabul ederdim. Koro, herhangi piyasa müzisyenine veya amtör müzisyen bir hekime rahatça kurdurulabilir.” Sayın müsteşardan da “Haklısınız Cinuçen Bey, sizi anlıyorum ve katılıyorum. Biz bu söylediklerinizi yukarıya aktaralım, sonra sizi tekrar ararız” cevabını almıştım. Tekrar aranmak şöyle dursun, Kültür Bakanlığı Ankara Devlet Korosu –aynen söylediğimi gibi- kahveden toplama müzisyenlerle, gazino kemancısı Özer Altın’a kurduruluvermiş, ilk konserin solisti Emel Sayın da “Yağdır Mevlam Su” lu konserin verildiği Türkocağı salonunun, Atatürk için yapılmış şeref locasında oturan cumhurbaşkanını, Saadettin Kaynak’ın “Çile bülbülüm” şarkısının ortasında, herkesle beraber “Al-lah” diye bağırtmıştı. Tekrar etmekten kendimi alamıyorum: bu bir gazino şovu veya bir amatör dernek konseri değil, devlet korosu konseri beyler DEVLET KOROSU konseri!!!…

Batıcılar, Ankara, İstanbul ve İzmir’den sonra Edirne’ye de bir Batı Müziği Devlet Konsevatuarı açmışlardır. Bizse, eğitimi değil, eğlenceyi-şakşağı-şamatayı tercih ettiğimiz için Türkiye’ye tam 14 tane koro, buna karşılık sadece iki tane konservatuar açtık. Biri İstanbul’da (bir türlü kapatılamayan Darülelhan’ın devamı), biri de İzmir’de. “Niye Ankara’da değil?” diye, hani soracak olursanız, onu bana değil, tarihi sırasıyla önce Milli Eğitim Bakanına, sonra da YÖK başkanı Doğramacı’ya sormanızı tavsiye ederim. Okullara ve üniversiteye fazla Türk müziği sokmanın gelişmemizi engelleyeceğini, teksesli-ilkel-çağgerisi alaturka müzikle çağdaşlaşamayacağımızı ve AT’a giremeyeceğimizi, onlar bize güzel güzel anlatacaklardır. İstanbul bütün müesseseleriyle yıkılması gereken Osmanlının başkenti olduğu için, bir kasabanın payitaht yapıldığını, kalesinin de –burcunda her ne kadar Türk bayrağı dalgalanıyorsa da- aslında Batı kültürünün kalesi olduğunu, onun için burada bir alaturka konservatuarın çekeceği şimşeğin hikmetinden korkulduğundan , hiçbir partinin hiçbir bakanının böyle bir şeyi teklife değil, düşünmeye bile cesaret edemeyeceğini de –laf arasında- belki anlatırlar….(4 Nisan 1998)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.