Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Eccik Daa Aç!

10.09.2017
2.016
Eccik Daa Aç!

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Geçen yaz ABD’den gönderdiğim “Muhteşem Osmanlı” başlıklı yazıda bahsi geçen, Sivaslı müzisyen-terzi dostum Sebuh Uslan’ın dükkanı, Sivas’tayken de, İstanbul’a geldikten sonra da, sadece elbise diktirmeye değil, musiki ve edebiyata da aynı derecede mahlefidir. Dükkandaki musiki sohbetlerinde alaturka-alafranga sözler tabiatıyla sıkça geçer; Sebuh’un musikiden hiç nasibi olmayan kalfası da hiçbirşeyden anlamadan sadece dinler. Ama bir gün dayanamaz, merakını gidermek için, “Usta, der Sebuh’a, bu alaturka-alafranga dediğiniz şey nedir ki? İkisi de müzik değil mi?” Sebuh kalfasını “sen anlamazsın” diye bozmaz, başlar izah etmeye. “Alafranga Bach, Beethoven, Chopin’lerin müziğidir… Alaturka ise Hacı Arif Bey, Şevki Bey, Rahmi Bey’lerin müziğidir; hani sık sık çıkıyor ya radyoda..” der. Kalfa bu açıklamadan hiçbir şey anlamaz. “İyi ama usta, der yine, ikisi de müzik değil mi?…” Sebuh’un hafifçe canı sıkılmaya başladığı sırada, dükkana sık sık gelen (biraz da ud çalan) Hamdi Bey dedikleri bir dost araya girer. “Bak oğlum, der kalfaya, hani radyoda müzik başladığı zaman, hemen “Kapat, kapat!” dediğin müzik var ya, işte o alafrangadır. “Eccük daa aç, eccük daa aç!” dediğin müzik var ya, işte o da alaturkadır.” “Tamam Hamdi Ağabey, şimdi anladım” der kalfa.

Bu hikayeyi size, taşıdığı çeşitli türdeki güzellik ve hislere dikkatinizi çekmek amacıyla anlattım. Hikayedeki ‘müzikten anlamayan’ kalfa, bence halk adamı Karagöz’ü, usta Sebuh münevver Hacıvat’ı, Hamdi Ağabey de, konulara daima en can alıcı özünden yaklaşıp kestirme ve şaşmaz çözümler getiren “çarıklı erkanıharb”i temsil etmektedir (arı dilciler ne kadar komik olduğunu görmek isterlerse, ‘çarıklı erkanıharb’i ‘çarıklı kurmay’a çevirebilirler). Önce kalfayı alalım ele: ısrarla tekrarladığı “ikisi de müzik değil mi” sorusu ile, halk olma özelliğinden kaynaklanan, alimane değilse de arifane tecahülü (bilmezden-anlamazdan gelmesi) ile münevver gördüklerine şu serzenişte bulunuyor gibidir: “Ey yarenler, alaturka dediğiniz de, alafranga dediğiniz de müzik. Niye bunların ikisini de sadece müzik olarak sevip anlayıp kucaklamazsınız da, birbirini boğmak isteyen iki düşman kampı haline getirirsiniz, halkı da öyle şartlandırırsınız? Bu soru, müzik konusunda 250 yıldır yaptığımız yanlışların, halk dilince teşhisi, yorumu ve çözümü değilse nedir?.. Ustanın, bilmenin verdiği üstünlük duygusuyla saydığı örnek isimler halka bir şey anlatmaz; kalfa onun için hep yeniden sormak ihtiyacını duyar. Hamdi Ağabey’in, hayatın içinden çıkmış örnekli açıklaması ise, tek kelimeyle “turnayı gözünden vuran” bir izahtır. Misal, yaşanan hayata uygulamalı olarak verildiği için, kalfa hemen anlamıştır.

Gelelim “Kapat, kapat!” meselesine. Bu tepki Müslüman Türk halkına, Türk ve Müslüman olduğu hiç hesaba katılmaksızın 250 yıldır dayatılan yanlış politikalara halkın cevabından başka bir şey değildir.Milli musikinin YANINDA ÖĞRETİLMEK değil, YERİNE BENİMSETİLMEK istenen Batı sanat müziği, 75 yıldır harcanan emek ve paralara rağmen, sadece resim niteliği olan bir ‘teftiş fırçası’ndan öteye gidememiştir. Tıpta “ilaca-tedaviye cevap verme-vermeme” diye bir konu vardır. Teşhis doğru bile olsa (ki Türk halkının çağdaşlaştırılmasına konan teşhis de maalesef yanlış olmuştur), tedavi sistemi yanlışsa, hasta kötü akıbetinden yine kurtulamaz. Türk halkı, Batı kültürünü kendininkinin yerine benimsememesi, böylece Batılılarca Batılı kabul edilmesi için kendisine uygulanan tedavilere cevap vermemiştir. 1934’de Türk musikisinin radyolardan kaldırılması üzerine, Adana’da bir mağazadan radyo almaya gittiğinde “Aman kardaş, bana bir radyo ver ama, içinden Necip Celal çıkmasın’” diyen vatandaşın hikayesi müzik çevrelerinde ünlüdür. Radyodan “Sayın dinleyiciler, Konser saatinde, Sir… yönetiminde Londra Flarmoni Orkestrasından Beethoven’in opus…” anonsu başlar başlamaz Türk halkının derhal kapattığı, gözsüzlerin bile gördüğü bir gerçektir. “Mantovani Orkestrasından melodiler dinleyeceksiniz” anonsunu duyar duymaz, namazdan kalkan anneannem “Kapat şu morodileri!” der, hepimizi güldürürdü. Atatürk’ün A.Cevat Emre’ye , “Bir milletin musiki zevki nazar-ı itibare alınmadıkça, onu geliştirmenin mümkün olmadığını Montesquieu’de okumuştum; bu çok doğrudur” demiş olmasına rağmen Türk halkına maalesef öyle şedid bir yabancılaştırma politikası uygulanmıştır ki, radyosunda kendi musikisine rastlayabilmek, Sibirya’da din kardeşiyle karşılaşmak kadar ferahlatıcı gelmiştir insanımıza. İşte “Eccük daa aç, eccük daa aç!”, kendi ülkesinde garip olma duygusunun hasret ve heyecanının söylettiği sözlerdir. (3 Nisan 1999)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.