Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Sevgili Gençler VIII

10.09.2017
2.008
Sevgili Gençler VIII

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Bu yazıda; dilde Fransızlaşmanın arkasından gelen Almanlaşmayı (1935-1945 arası) bırakıp biraz da Amerikanlaşmak için gündelik konuşmalarımıza soktuğumuz İngilizce kelime ve deyimleri ele alacağımızı geçen yazıda söylemiştim. Bunu yapacağız, ancak daha önce kendi içimizdeki, kendi dilimizle ilgili yanlışlarımızın bir kısmına daha dokunmakta fayda görüyorum. Zira iç bozulmadan dıştan sızma olmaz; nasıl ki hastalıklar, vücudun kendini koruyamayacak kadar zayıf olduğu zamanları kollarlar. Hastalıkların iyileştirimesinde üç safhalı değişmez bir yol vardır: muayene, teşhis, tedavi. Hiçbir hekim –kural olarak- görmediği (muayene etmediği) bir hastaya teşhis koymaz, ilaç vermez. Türkiye’nin 100-150 yıllık hastalıklarının muayene safhası aşılmıştır: son elli yılın gazetelerine bakmak, Türkiye’yi bir ay gezmek, hatta bir hafta TV seyretmek bile, tahlil sonuçlarını en titiz laboratuarların, bilgisayarlı tomografilerin bütün açıklığı ile verir. Sıra gelir teşhise: bu konudaki görüşler –ele alınan konu, şaşmaz sonuçları olan bir ilim dalı olmadığı için- farklıdır. Bazıları, ne kadar acı olursa olsun gerçeklerin görülüp doğru teşhisin konmasından yanadır, çünkü bilirler ki teşhis doğru olmazsa tedavi sonuç vermez; gerçekleri saklamak ta felaketi çabuklaştırmaktan başka şeye yaramaz; yani “kendi isteğiyle kimliğinden vazgeçip kendikendini yabancılaştırma” (tıbbi terimle ‘voluntary alienism’). Bazıları ise, mehfaat-çapanoğlu-aşağısı sakal/yukarısı bıyık üçgenine hapsolmuş oldukları için, doğru teşhisi görseler bile kabule yanaşmazlar: “Evet ama fakat hayır,şey, yani, tabii, o konuda bazı sıkıntılarımız var” laflarıyla işi ‘idare’ye çalışırlar; sanki, batan kendi gemileri değilmiş gibi..

Açık konuşmak daima hayırlıdır; siyasi rejim değişikliği başka şey, geçmiş kültüre düşmanlık başka şeydir. Osmanlı rejim olarak silinirken, dilinin, edebiyatının, musikisinin, mimarisinin, örf ve adetlerinin ve nihayet inanç sisteminin toptan inkar edilmesi (eski deyimle ‘keenlemyekün’ addedilmesi) çok, ama çok büyük bir yanlış olmuştur. Hiçbir rejim değişikliği (krallıktan cumhuriyete geçen batılı devletleri düşünün) krallık zamanında konuştukları dili “Canım, bu zaten Romalılarla Yunanlıların diliydi, at gitsin” diyerek, krallık zamanındaki edebiyatlarını “Canım bu zaten bizim anlamadığımız bir edebiyat, at gitsin” diyerek, krallık zamanında kullandıkları musikiyi “Aman canım, bu zaten sarayda kralların, şatoda zenginlerin dinlediği müzikti; hem tamamen bizim de değil, ordan-burdan toplama, at gitsin” diyerek tukaka etmemiştir. Ortaokul mezunu her İngiliz çocuğu Shakespeare’i okuyup anlamak zorundadır; yine ortaokul mezunu her Japon çocuğu 6-7.yüzyılların Japoncasını okur ve anlar. Bizim bırakın ortaokul çocuğunu, üniversite mezunumuz bile –fazla geri gitmeyeceğim- Atatürk’ün Nutuk’unu, Akif’in İstiklal Marşını anlayıp anlatabilir mi? ‘İzmihlal’in ne demek olduğunu bilen çocuk değil, öğretmen kaldı mı ülkede? Ama ‘blucin’i bilmeyen yok. İşte çağdaşlaşmadan anladığımız!

Bugün Türkiye’de okumuşların maalesef çok büyük bir kısmı ‘kimi zaman’ diye konuşuyor. Niye? ‘Bazen’ Arapçaymış! Kendilerine sorsanız size bu cevabı vermezler, çünkü duya duya o kadar alışmışlardır ki farkında bile değillerdir. Ben ‘bazen’i Arapça diye atıp yerine ‘kimi zaman’ı yerleştiren zavallı beyinlerden bahsediyorum. ‘Kimi zaman’ derken kullandığınız ‘zaman’ acaba nece? Arapça değil mi? ‘Bazen’den kaçmak için düşürüldüğümüz gülünçlüğü gördünüz mü? Bir millet dilini unutur veya dili konusunda bu kadar şuursuz hale getirilirse, bu tür yanlışlara çabucak alışmasından daha tabii ne olabilr? İnşallah sizin de diliniz alışmışsa artık kulanmamaya (kullanan arkadaşlarınızın da dikkatini çekmeye) özen gösterirsiniz.

Yarın bayram. Müminin duası mümine farzdır diyerek biz de bu yazıyı bir bayram duasıyla bitirelim: Yarabbi, alemleri yarattığın andan itibaren senin rızan için yapılan, kıyamete kadar da yapılacak olan ibadetler hatırına ve son elçin, aziz peygamberimiz Hz.Muhammed (sav) hürmetine, bu ülkenin vatandaşına ve bütün insanlığa görüş ayrılıkları ne ölçüde olursa olsun, birbirlerini sevip kucaklayacak, yardım edecek, hizmete koşacak, yüksek insani duyguyu ver: “ahsen-i takvim üzre yarattım” dediğin insana, insan olmanın bu en büyük vasfını kalbinde hissedip, yalnız ramazan ve bayramlarda değil, ömrünün her anında yaşamayı nasib et. Politikacıya iz’an ve hidayet ver, ayağını yere bastırt, kendi ülkesinin insanı yap, tarih ve kültürüne saygı duymasını sağla; kanaat ve şükür eğitimini düşündür, onları kul olmanın şuuruna yönelt. İnsanların şin-i şehvet’ten korunmaları için kalplerini görgü, tevazu ve yüksek ahlakla donat. Servetin de –fakirliğin de, şöhretin de- isimsizliğin de, çok sağlıklı olmanın da-sağlığı bozuk olmanın da, sadece sana şükredilmesi gereken imtahanlar olduğu şuurunu bahşet bize. Amin..(8 Şubat 1997)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.