Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Sadi Işılay

06.02.2018
2.604
Sadi Işılay

Cinuçen Tanrıkorur’un “Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler” adlı kitabından alınmıştır

Klasik musikimizde 20. yüzyılda yetişen en büyük saz sanatkarlarından biri olan Sadi Işılay, 5.2.1899’da İstanbul’da Laleli’de doğdu. Keman çalmasını bir Rumeli göçmeni olan babası berber İsmail Efendi’den öğrendi. 12 yaşındayken, Sultan Reşad’ın Rumeli gezisine katılan Musik-i Osmani Cemiyeti ile ilk defa sahneye çıktı. Bu konserde yaptığı keman taksimleriyle ismi daha o yaşlarda duyuldu. Daha sonra Şehzade Zıyaeddin Efendi’nin saraydaki meşklerine katıldı. Beste-nigar Ziya Bey’den fasıllar geçti, Tanburi Cemil’i dinledi. Gülşen-i Maarif Mektebi’nden sonra Vefa İdadisini (lise) bitirdi. Hindistan, İran, Suriye, Irak ve Mısır’da konserler verdi. Piyasada ve Radyoda sürekli olarak çaldı. İstanbul’da Amerikan Haberler Merkezi’nin bulunduğu yerdeki Ambasador gazinosunun adı bir ara ‘Sadi Salonu’na çevrilmişti. Bazı Arap filmleriyle birçok yerli filmi müziklendirilmiş olan Işılay, İstanbul Belediye Konservatuarında sanat kurulu, İstanbul Radyosunda repertuar kurulu üyesi oldu. 1960 yılında geçirdiği prostat rahatsızlığı sebebiyle Londra’da ameliyat geçiren ve 1967’de bir ara kısmi felç olan sanatkarla, 1960 yılında, tarihi romanlar yazarı Bekir Büyükarkın’ın yönetim kurulu bakanlığı ve şu anda da İstanbul Radyosunda topluluk şefi olan Feridun Darbaz’ın şefliğinde kurulmuş olan Musiki Kültür Derneği’nin Tünel-Kumbaracı Yokuşu başındaki lokalinde tanışmıştım. Çaldığı benim sazım olmamakla beraber, Sadi Işılay’ın kemanına, Nubar Tekyay dışındaki bütün kemanilerden daha fazla hayrandım. Merhum Yesari Arsoy’la hocam Emin Ongan ve Allah uzun ömür versin İsmail Baha Sürelsan ve Cahid Gözkan gibi onunla da birgün baba oğul münasebetinde olacağımızı, beşbuçuk yıl boyunca her hafta sonu evinde yanıbaşında saz çalacağımı, uda ilk başladığım zamanlarda hayal bile edemezdim. Misafir solist olarak katıldığı Musiki Kültür Derneği’nin konserinde yaptığım Bayati-araban makamındaki ara taksimiyle iltifatına mazhar olmuş, önce kendisinden başka rahmetli Vecihe Daryal ve Vecdi Seyhun’un yanında kemani Y.Özer’le birlikte Recep Birgit’e refakat etmek üzere Beyoğlu-Bekar sokaktaki Işılay Reklam Bürosuna sonra da keman talebeleriyle yaptığı derslerde bulunmak üzere Etiler’deki evine davet edilmiştim.

Keman icrasında, maalesef genç vefat eden çağdışı Nubar Tekyay (1905-1955) gibi bir Cemil Bey ekolü virtüözü olmamakla beraber, bu sazı Türk musikisine uygulamada bugüne dek erişilmemiş bir başarı göstermiş, teknik gösterisinden uzak, ama musikimize mahsus makam ve seyir özelliklerini adeta konuşur gibi anlattığı taksimleriyle, Türkiye sınırlarını dahi aşan bir üne kavuşmuştur. ‘Bir kır çiçeğinden daha tazesin’,’Yolları gurbete bağlayan dağlar’, ‘Manada güzel, tende güzel, ruhta güzelsin’, Ruhunda ölen nağmede sevda sesi var mı’, ‘Bende hicran yarasından da derin bir yara var’, ‘Gitti o güzel, yadıma bir handesi kaldı’ gibi unutulmaz şarkılardan başka ünlü Muhayyerkürdi Sazsemaisi ile Segah Sazsemaisi gibi 12’si saz, 28′ söz eseri olmak üzere 40 parçanın da bestekarı olan Sadi Işılay, keman icrasında çok önemli olan, yayın tamamını kullanma tekniğini -ciddi bir müzik eğitimi geçirmemiş olmasında rağmen- üstün kabiliyetiyle ilk defa başarıyla uygulamış, hatta aşağı ve yakarı çekişlerde yayın eklenme yerini kaybetmeyi büyük ustalıkla başarması ve icra sırasında yayını hemen hiç kaldırmaması yüzünden, musiki çevrelerinde ‘çenber yayla çalan kemancı’ olarak ün yapmıştır. Bu çenber yayın çıkardığı sesler, bir ömür boyu arkadaşlık ettiği Yorgo Bacanos’un mızrabından çıkan sesler gibi son derece güçlü ve pürüzsüz, parmak baskıları ise o nispette müzikal ve musikimizin kendine özgü vibratolarına tam anlamıyla hakimdir. Böyle bir üstsadla beşbuçuk yıl süreyle (görevle Ankara’ya gidişime kadar) her cumartesi 14’den geç saatlere kadar yan yana saz çalmak ve ‘Va’d et bana, artık bu benim son çilem olsun’, ‘Gel son nefesten evvel, hastana derman getir’, ‘Hülyamı saran birçift hareli göze daldım’ gibi artık pek az sanatçının bildiği şarkılarını kendisine okumak, ömrüm boyunca nail olduğum en büyük şereflerden biridir. Cemil Bey’le Bacanos’un yanı sıra tutkunu olduğum bu sanatkarın yayından çıkan tereddütsüz perdelerle -bazılarınca ‘klişe nağme’ olarak kabul edilen – asil-zarif-oturaklı cümleler, Cemil Bey’in uslubuyla birleşince, taksim anlayışımı derinden etkilemiş ve şekillendirilmiştir. Uda da Bacanos ve ağabeyi kemençe Aleko ile, o zamanki eşi Denizkızı Eftalya’ya eşlik etmek üzere Paris’gittiklerinde, sesiyle solo plağı yapacak kadar (hemen bütün kemaniler gibi) iyi çalıyordu. Hele Rahmi Bey’in ‘Gel ey saki, şarabı tazelendir’ şarkısını çalıp okuduğu plakta, şarkıdan sonra yer alınca hemen oracıkta irticalen bestelediği Müste’ar-Aksak aranağmeyi çalıvermesi, saza da makama da, besteciliğe de ne kadar hakim olduğunun bir örneğidir.

Son yıllarda kemanı eline aldığı zaman sol elini göstererek ‘parmaklarımda raşe var, eskisi gibi çalamıyorum’ der arkasından bir taksim yapar, özellikler Şevkefza ve Hicazkar’da serçe parmağıyla bastığı süzme la bemoller bizi öldürür, hepimizin gözleri dolardı. 70 yaşındayken, 11 Mart 1969 günü prostat kanserinden vefat ettiğinde, üç yıl öncesinden beri Ankara’da oturuyordum. Cenazesine yetişemedim. Sadece 1.ölüm yıldönümünde hakkında bir anma programı yapıp Radyodan yayınlatabildim. Nur içinde yatsın.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.