Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Ud(-i)-I

10.09.2017
2.067
Ud(-i)-I

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Ankara’da elimde udumla radyodan çıkıp Sıhhiye’ye doğru yürürken, Dil-Tarih’in önünde sohbet eden gençlerin elimdeki udu görüp “Aa kanuna bak!” dediklerini size anlatmıştım. Ama o 25 yıl önceydi. Bugün artık uda kanun diyecek üniversite öğrencisi kalmadı şükür. Ama sakın bunun, 75 yıllık yanlış müzik eğitimimizin nihayet düzeltilmiş olmasından kaynaklandığını sanmayınız! Müzik eğitiminde yine her şey eski hamam-eski tas (yani kendi müziğimiz okullarımızda yine yok). Bu işin de, kendi müziklerinin hem cahili, hem düşmanı Gazi eğitimli müzik öğretmenleri (istisna olanları tenzih ederim) ülke sathından tamamen temizlenmeden düzeltilebileceğine ben inanmam.

Halkımız Batı müziğini okullarda öğrenirken (?!), kendi müziğini de –ne yapsın- TV’lerden öğreniyor. Kanallarası bir işbölümü şeklinde uygulanıyor olsa da (Star’la Show’da bir klasik Türk Müziği konseri izleyemezsiniz mesela), klasik, eğlence, ve şov nitelikli Türk Müziği programlarında udu-kanunu, neyi-kemençeyi artık iyice seçebiliyor gençlerimiz ( merak ve ilgisi olanlar tabii). Bu bakımdan fondaki arabesk orkestrası eşliğinde, ayakta ve bir ayağı taburede ud şovu yapan meslektaşlarımıza şükran borcumuzu ifade etmemiz gerekir.Hiç olmazsa onlar, cıstaklı elektro-orgla halka göbek attıran ‘piyanist şantör’lere göre, bize daha az yabancılar. Neyse. Lafı başka yerlere kaydırıp konumuzdan  uzaklaşmayalım. Peki, nedir bu tasavvuf müziğinden klasik korolara, oradan da tavernalara kadar kullanılmadığı yer olmayan ud’un tarihi, bizimle bağlantısı, yapım ve icra özellikleri?..

Önce adı. Ud kelimesinin aslı Arapçadır: “sarısabır veya ödağacı” anlamındaki ‘el-oud’dan gelir (siz bazılarınca ağzımızdan çıktığı şekilde ‘ut’ diye yazıldığına bakmayın). Baştaki ‘el-‘ kelimesinin, bazı dillerde olup bazılarında olmayan harf-i tarif (belirgin tanım edatı) olduğunu bilen Türkler bu edatı atmış, geriye kalan ‘oud’ (‘eyn, waw, dal) kelimesini de –gırt-lak yapıları ‘eyn’e uygun  olmadığı için- “ud” şekline sokmuşlardır. Dillerinde tanım edatı olan Batılılarsa, 11-13. yüzyıllar arasındaki Haçlı seferleri sırasında  tanıyıp Avrupa’ya götürdükleri bu saza, luth (Fr.), lute (Ing.), Laute (Alm.), liuto (Ital.), Alaud (Isp.), Luit (Dat.), gibi hep L ile başlayan isimler vermişlerdir. Hatta ‘saz yapıcılığı’ anlamında bizde de kullanılan ‘lütye’ kelimesi de yine luth’den yapılmadır (aslı luthier)

Adı Arapça olduğuna göre, ud Arap sazı o halde! Hem çok acele, hem çok yanlış bir hüküm bu. Çünkü bu sazı ilk defa 7.yy.da Horasan’dan Bağdat’a çalışmaya gelen Türk işçilerin elinde görmüş olan Araplar, göğsünün yapılmış olduğu sarısabır ağacından (aloexyion agallocum) dolayı el-‘oud adını vermişlerse (Türkler de bu adı aslı olan Kopuz yerine –belki daha kısa oluşu yüzünden- benimsemişlerse) de, saz Türklerin bin yıllık Kopuz’undan başka bir şey değildir; nitekim ta Hunlardan beri ozanları ve kopuzcuları olmayan hiçbir Türk ordusu yoktu (cahiliye devri Arapları müzik aleti olarak  def ve rababe dedikleri tek telli ilkel bir çalgıdan başkasını  bilmiyorlardı). Bu gerçek de benden çok çok önce, yüzyılımızın en büyük iki müzikoloğu ile, en büyük edebiyat tarihçimiz tarafından  ortaya konmuştur (bkz.Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank.Üni.Bas. 1966, s.207-209 vdl. Mahmut Ragıp Gazimihal, Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız,

Ank.Üni.Bas. Ank.1975, s.64; aynı müellifin Musiki Sözlüğü, M.E. Bas. İst. 1961, s.138, 259,260; Curt Sachs, The History of Musical Instruments, New York 1940, s.252.). Ud’un Macarcadaki adı ‘Kobza’dır ve Türk Kopuzunun biraz değiştirilmişinden ibarettir. Nitekim Dede Korkut’da da yine Kopuz’dan türemiş olan ‘kobzaşmak’ fiili ‘karşılıklı saz çalmak’ demektir.

Sözümona ‘aydın’larımız, ağızdan dolma bilgiyle udun da, kanunun da Arap sazı olduğunu söylerler. Başkaları apaçık bizim olan şeyleri kendilerine mal ederken, bizim kendimizin olan şeyleri başkalarına mal etmekteki yarışımız, tarih bilmemeye bağlı aşağılık duygumuzun bir başka acı göstergesidir. Türk çocuğunu “Zaten senin neyin var ki?.. Sen bir garip göçebesin.. Dilin Arap-Acemden, müziğin Arap-Acem-Bizanstan!..” şırıngası ile yetiştirmek, acı sonuçları kaçınılmaz hale getirecek bir eğitim ihanetidir. Uda yapısı-icrası-icracılarıyla gelecek yazıda devam edeceğiz. (16 Ekim 1999).

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.