Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Batıyı Anlamak VI

10.09.2017
2.262
Batıyı Anlamak VI

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

ABD’de geçirdiğim böbrek ameliyatından önceki, haftada 3 gün 4’er saatlik diyaliz tedavilerim sırasında bir gün, hep aynı saatte diyalize girdiğimiz zenci bir hasta bana sokulup, kliniğe nasıl gelip gittiğimi sormuş, ben “metroyla” deyince ve defa indirimli bilet için özürlü kartım olup olmadığını öğrenmek istemişti. Ben böyle bir karttan haberim olmadığını söyleyince de hemen hemşireyi çağırmış, benim için Otobüs ve Metro İşletmesi Gn. Md.ne hitaben klinikçe hazırlanmış formlardan bir tane getirmesini istemişti. Sadece şu davranış için dahi, insanlar arasındaki dil-din-ırk farkı gözetmeyen (aslında tamamen İslami) dayanışmaya dikkat buyurunuz. Başlığın altında, “Bay Tanrıkorur hastamdır; kendisine özürlü kartı verilmesini rica ederim. Dr.C. Rotellar” dan başka hiçbir şey yazmayan bu formu Metro Gn.Md.ne görürdüğüm zaman, en azından özrümün ne olduğunu sorabilirler diye düşünüyordum; zira ne kolum kopuktu, ne bacağım. Hayır. Oturttular, vesikalık resimimi çektiler, 10 dakika içinde bir kimlik düzenlediler, PVC kapladılar ve herkesin 85 sente bindiği otobüs ve metroya 35 sente binmemi sağlayacak bir aylık yedek biletle birlikte elime tutuşturup bir de “geçmiş olsun efendim” diyerek beni uğurladılar. “Beyefendi, siz hangi millettensiniz?Diliniz ne, dininiz ne? Çıkarın pasaportunuzu, oturma izninizi; hani savcılıktan iyi hal kağıdınız, muhtardan ikametgah ilmühaberiniz, 3 vesikalık resminiz?” demeden… Daha da önemlisi: 2 yıl boyunca özürlü biletimi turnikeden atıp geçerken, bir tek defa dahi yetkili memur beni çevirip kartımı görmek istemedi.

Hasta ve özürlüyü sadece “insan” , dili-dini-ırkı her ne olursa olsun, devlet ve toplumdan sevgi ve yardım görme ayrıcalıklı bir insan olarak değerlendiren böyle bir bakış açısı bizde ne zaman gerçekleşir, bilmem. Ama bir gün –yine Batıyı takliden- düşünülse bile, değil tek satırlık formla kişiye indirim kartı vermek, tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık kurulu raporu isteyip, bu rapora rağmen vatandaşı tekrar kendi kurumumuzun sağlık kuruluna sokmak suretiyle hastayı sakat, sakatı yatalak hale getirmeyi büyük bir başarıyla uygulardık herhalde!.. Uygun böbrek bulunamadığı için yurtdışında kalma süremin uzatılması gerekmiş, bunun için Bakanlık hastanemden kurul raporu istemişti. Bu konuyu Amerikalı doktoruma anlattığım zaman, kıpkırmızı bir yüz ve yuvalarından fırlamış gözlerle “Nasıl?! Benim imzama güvenmiyorlar mı?” diye hiddetle soruşunu hiç unutamıyorum. Devletimin vatandaşını aksi varit olana kadar (par prensip) her türlü sahtekarlık beklenebilecek bir insan olarak gördüğünü, bütün kanun ve yönetmeliklerin bu sabit fikre göre hazırlandığını, doktor da aynı fasileden olduğuna göre, tek imzalı rapora bunun için güvenilmediğini, Amerikalı profesöre hiç anlatabilir miydim?.

Söz sakatlıktan açılmışken, sahi siz hiç tekerlekli sandalyede doktor gördünüz mü? Ben de görmemiştim. Bırakın onu, düşünemezdim bile. Ömrünü tekerlekli sandalyede geçiren bir insan nasıl doktor olur? Tıbbiyeyi nasıl bitirir, ihtisasını nasıl yapar, nöbetlerini nasıl tutar, hastaya nasıl bakar?. Bizde sakat denilen, ailesinin utanıp insan yanına çıkarmadığı, acınacak bir parazit gözüyle bakılan zavallı yaratık değil midir?. Georgtown’da ameliyatımdan sonra bir gün odamın kapısı çalındı ve tekerlekli sandalyede beyaz önlüklü genç bir hanım içeri girdi. Sohbete gelmiş, benim gibi bir Türk hasta herhalde diye düşünüyordum ki, gözüm göğsündeki kimlik kartına takıldı. Rosemary Coleman, MD. Ve hemen kendisini takdim etti: “Ben Dr.Coleman, bu hastanede nefroloji ihtisası yapıyorum; sizinle bir mülakat için geldim.”

Tekerlekli sandalyede yaşayan bir insan bakın nasıl doktor olur:

Otobüs şöförü durakta bekleyen böyle birini görünce kapı düğmesinin yanındaki ikinci düğmeye basar, tekerlekli sandalyeyi alacak büyüklükte bir platform hidrolikle kaldırım seviyesine iner, hasta üstüne çıkar. Şöför düğmeye bir daha basar, adam otobüs seviyesine yükselir, düzayak içeri girer, özürlü biletini kutuya atar, arabasını uygun bir yere çeker ve çıkarır gazetesini veya kitabını okumaya başlar. Metroya mu binecek? Cadde seviyesinden üç kat yerin altına, kapısında “Hasta, yaşlı, çocuklu ve elleri dolu şahıslara öncelik tanıyınız” yazan 15 kişilik bir asansörle iner. Metroya yine herkesten önce biner ve ineceği yere kadar kitabını okur. Hiç kimse de dönüp, acıyan-küçümseyen bakışlarla kendisini rahatsız etmez.Ayakları dışında her yeri sağlam olan, önce devletinin, bunun sonucu olarak da toplumunun, merhametle değil, hürmet ve muhabbetle baktığı tekerlekli sandalyeli, işte böyle doktor olur. O da hastasına aynı gözle bakar. İnsanı sevmek, saymak, onun maddi-manevi sağlığını, ahlak ve şahsiyetini korumak, bütün dinlerde en büyük ibadettir. Hele insanı “halifetullah” olarak gören bizimki için.. Vatandaşına “düzenbazullah” gözüyle bakan, hastasını-özürlüsünü itip kakan toplum ve yönetimler, Batılılılaşma lafı ettikçe daha da gülünç olurlar. Batılılık çoksesli müzikte değil, beyindedir. (1 Temmuz 1995)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.