Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Harika Görünüyorsun

10.09.2017
2.119
Harika Görünüyorsun

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Kedilerle köpekler arasındaki edep farkı, bilmem hiç dikkatinizi çekmiş miydi? Kedi, aç da olsa, tok da olsa, yakınında yemek yiyen birisi varsa, sadece yanına gelip ‘Bana da versene’ der gibi bakmakla kalmaz, uzanıp almak (çalmak) edepsizliğini de gösterir. Köpekse yanınıza gelir, kibarca oturur (veya dirsekleri üzerine uzanır), “Bana bir şey verirseniz memnun olurum, vermezseniz belki kazaen düşürürsünüz diye beklerim’ dercesine, en masum, en tatlı ifadesiyle size bakar, yemeğinizi bitirip sofradan kalkmanıza kadar da gıkı çıkmadan öyle durur. Birisi bir şey düşürse de alıp yesem diye düşünmek, köpek için onur kırıcı değildir. Ama geri kalmış ülkelerin, gelişmiş ülkelerin kapısında, acaba bizi ne zaman içeri alacaklar diye beklemeleri, en aydınından en garibanına kadar ülkenin bütün insanlarında –belki farkında dahi olmadıkları- derin moral çöküntülerine yol açar. Allah hiçbir devleti bir başka devletin kapısında ekmek bekler hale düşürmesin.

Türk aydınında beyin travmasına yol açan Tanzimat depreminin bıraktığı en elim arıza ‘kimlik kaybı’ olmuştur. Denebilir ki bugünkü Türk insanının gözünde en az değeri olan şey (istisnalar hariç) milli kimlik şuurudur. Ekmek parası kavgasının yanı sıra, devletin göz yumduğu, mümkün olan en büyük hızla yabancılaşma hastalığı, bu şuuru maalesef sıfıra indirmiştir. Daha önce de söylediğim gibi dil, devletin kendisinden , bayrağından ve parasından çok daha önemlidir bir millet için. Çağlar boyu devletsiz,bayraksız ve resimli kendi paraları olmadan yaşamış ve sadece DİLLERİYLE ÖRFLERİNE sahip çıkmış olmaları sayesinde ayakta kalabilmiş milletler vardır (mesela Yahudiler). TV’de seyrettiğimiz bir filmin yerli mi, yabancı mı olduğunu, görüntüsü olmasa dahi, sadece konuşmalarından anlayabilirsiniz: yabancı filmin dili, çünkü, Türkçe değil, AMERİTÜRKÇE veya TÜRKGİLİZCE’dir. Mesela bir oyuncu öbürüne ‘Allahaşkına’ diyorsa, bu kesinlikle bir yerli film veya dizidir; ‘Tanrı aşkına’ diyorsa mutlaka yabancıdır.İşte bir misal daha: Türkler tarihlerinde hiçbir zaman ‘Harika görünüyorsun’ veya ‘Berbat görünüyorsun’ diye konuşmamışlardır. İngilizce ‘You look great (veya wonderful) ve ‘You look terrible (veya awful)’dan çevirme olan bu Türgilizce sözler, TV kanallarındaki (tabii TRT’den başlamak üzere) yabancı film çevirmenlerinin Türk diline yaptıkları yüzlerce sabotajdan sadece ikisidir. Hiçbir denetmen veya üst makam da bu sabotaja dur demez, diyemez; ya umurunda değildir, ya farkında olacak kadar Türkçe bilgisi yoktur, veya düzeltmeye çalışsa bile gücü yetmez. Ne bileyim, ‘Allahaşkına’ olmaz, ,içinde Allah geçiyor; ‘inşallah’, ‘maşallah’ olmaz, ondarda da Allah var; ‘affedersiniz’ olmaz, ‘af’ Arapça (‘bağışla’ yı kullanın); ‘özür dilerim’ olmaz, ‘özür’ Arapça (‘üzgünüm’ deyin) filan gibi yazılı olmayan emirler almışlardır belki de!.. 150 yıldır bindiği dalı kesen, kendi halkına rağmen var gücüyle yabancılaşmaya çalışan bir politika için bundan daha tabii ne olabilir?. Acaba bu çevirmen ve denetmenlerin annebabaları, nineleri-dedeleri ve onların da dedeleri, bu Türkçeyle mi konuşuyorlardı?.. Birbirlerine ‘Umarım / Korkarım, Üzgünüm, Yardım edin! (İmdat yerine Help me! ’ den çevirme), Aman Tanrım!i Yaşasın başardık!, Selam çocuklar!, Seni seviyorum baba!’ gibi laflar mı (lafing’ler mi) söylüyorlardı?..

Bir insana ‘Harika görünüyorsun’ veya Berbat görünüyorsun’ demek Anglo-sakson kültüründe normal olabilir. Ama bizim sosyal yapımızın sonucu olan hitap şekillerimiz ve bunları kelimelerle ifadesi bambaşkadır. Biz ‘Maşallah, bu ne güzellik!’ deriz. Muhatabımız hastalıktan kurtulmuş biri ise ‘Şükürler olsun, seni /sizi çok iyi gördüm’ deriz. Karşımızdaki erkekse ‘Bütün yakışıklılığın üstünde!’, kızsa ‘Çok şık ve zarifsin, elbisen çok yakışmış, kıyafetin pek güzel’, genç bir çocuksa ‘Aslan oğlum, kocaman olmuş maşallah!’, bir kızsa ‘Leyla da artık genç kız olmuş maşallah!’ deriz. Karşımızdakinin durumunu beğenmemişsek, ‘Ne oldu sana, bu ne hal böyle?’, ‘Hayırdır, pek bitkin / keyifsiz görünüyorsun; canını sıkan bir şey mi oldu?’ filan deriz. Ama Amerikan kabalığıyla ‘Berbat görünüyorsun!’ demek, her şeyden önce bizim edebimize sığmaz. Bu pis Türkçeyi TV’den duyan çocuk da tabii ki bu dille konuşacaktır.

Bu basit şeyleri çevirmen veya denetmenlerimizin bilmemesi mümkün müdür? Tabii değildir, ama kimlik kaybolup yabancılaşma kanseri vücudu sarınca, doktorun ‘Artık ne isterse yesin!’ dediği hasta gibi, anadilin iffet ve namusunu korumak diye bir konu kalmaz ortada. Beyin bilgisayarının milli şuur veya dil dosyasına bir Sil! (delete) çekilmiş, iş bitmiştir. Yanlış ameliyatla hastasını öldürüp ailesine ‘N’apalım, komplikasyan oldu’ diyen (Fransızca bilmeyen zavallı ailenin de ‘Yaa, demek o dediğinden olmuş!’ deyip ses çıkarmadan gittiği) birtakım doktorlar gibi, bu çevirmenler de kendilerini ‘Efendim , senkron!’ diye savunurlar. Ama bu sadece, 70 yıldır bürokrat kandıran cahil ve yüzsüz teknisyenin cevabıdır. (23 Ocak 1999)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.