Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Hüseyin Fahreddin Dede (1854-1911)

28.06.2017
2.984
Hüseyin Fahreddin Dede (1854-1911)

Hüseyin Fahreddin Dede 1854 (10 Muharrem 1271) yılında, şimdiki Çırağan Sarayı’nın bulunduğu yerdeki Beşiktaş Mevlevihânesi’nin “Şeyh Dairesi” nde doğdu. Aynı tekkenin şeyhi Hasan Nazif Dede’nin oğludur. Doğumu babasına “Mukabele” nin bitiminde haber verildi. Söylediği “Gülbank” tan sonra oğlunun adını “Hüseyin” koydu. Babasının 1861 yılında ölümü üzerine, Konya Mevlevihânesi postnişini Sadrettin Çelebi’nin izni ile sekiz yaşında tekkeye şeyh oldu. Zaten babası sağlığında oğluna “icâzet”ini vermişti. Bu “icâzetnâme” Afyon tekkesi şeyhi Kemaleddin Çelebi, Kahire Mevlevihânesi şeyhi Azmi Dede tarafından yenilenmişti. Erginlik çağına gelinceye kadar, şeyhliğe Hacı Raşid Dede vekâlet etti. İlkokulu bitirdikten sonra, orta öğrenimini Beşiktaş Rüştiyesi’nde tamamladı. Eğitimine özel ilgi gösterilerek bilgi ve genel kültürünü Mevlevihânde ilerletti. Osman Dede ile Hüseyin Hilmi Dede’den Arapça, eniştesi olan Yenişehirli Avni Bey’den tasavvuf, Sami Paşa’dan mesnevi, Hindli İskender Hoca’dan Farsça ve Fransızca öğrendi.

1872 yılında Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Osman Selâhaddin Dede’nin kızı Fatma Âliye Hanım’la evlendi. Bu evlilikten üç kız, bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Beşiktaş’ta bulunan bu mevlevihâne yıkılınca Maçka’ya taşınmıştı. Hüseyin Fahreddin Dede bu sıralarda Fındıklı’da oturdu. Burası da kamulaştırılınca Mevlevihâne Bahariye’ye taşındı. Önceleri sahilde bulunan bir konakta oturdu; tekkenin yapımı tamamlanınca buraya taşındı.

1911 yılında hastalandı; muayeneye gelen hükümet tabibi kolera hastalığından kuşkulandı ve mevlevihânenin karantina altına alınmasını söyledi. Bundan büyük bir telaşa kapılan şeyh efendi ertesi gün vefat etti; tekkenin mezarlığında toprağa verildi. Şair Üsküdar’lı Talat Bey,

“Vâsıl ola Cemâle, vâsıl ola Cemâle
Gitti Hüseyin Efendi dergâh-ı zülcelâle” (H.1329)

Şair İsmet Bey,

“Aşkı-ı Mevlenâ ile gitti Hüseyin Mevlevi” (H.1329)

tarihlerini söylediler.

Sözlü mûsiki dalında hocası Yağlıkçı-zâde Ahmed Efendi, Mutaf-zâde Ahmed Efendi, daha sonraları Hoca Zekâi Dede’dir. Mutaf-zâde’nin ölümünden sonra Zekâi Dede’den pek çok fasıllar geçti. Bu üç sağlam kaynaktan klâsik repertuvarımızın en güzel eserlerini öğrenmiş oldu. Bütün bu bildiklerini öğrencilerine öğretmekten usanmamıştır. Ona Batı mûsikisini ve Batı notasını öğreten ise, Muzika-i Hümayun hocalarından flütçü Hacı Râtip Efendi’dir. Ney hocaları sırasıyla Neyzen Salih Dede, Neyzen Yusuf Paşa, Kozyatağı Rifai Tekkesi şeyhi Abdülhalim Efendi’dir. Ayrıca Abdülhalim Efendi’den nazariyat, Hamparsum notası öğrendi, dini ve dindışı repertuvarını genişletti.

Sekiz yaşında postnişinliğe gelmesi ile birlikte bu süre elli seneyi bulur. Bir tarikat mensubu olmasına rağmen, o da bütün Mevleviler gibi, ilâhi duyuş ve heyecanını mûsiki ve şiirde bulmuş, bu iki güzel sanatı hassas gönlünde eritmişti. Güçlü bir saz ve söz icracısı, ney çalmada ve hanendelikte çağının gerçek bir ustasıydı. O dönemlerde onun kadar güzel ney çalan bir başka sanatkâr daha yoktu. Biraz da tanbur çalardı. Hâfızasında sakladığı eserlerin çokluğu ve sağlamlığı ile ünlüydü. Eski eserleri, özellikle Miraciye’yi tam olarak bilen bilgin bir mûsikişinastı. Ölünceye kadar da bildiğini öğretmeye devam etti. Divan Edebiyatı ölçüleri içinde yazdığı şiirlerinde “Fahri” mahlasını kullandı; bir divan ya da “Şiir Mecmuası” düzenlemişti. Tasavvufi ve aşıkane mahiyette çok güzel şiirleri vardır. Dini konulu şiirlerinin çoğu Hazreti Peygamber, Ehl-i Beyt ve Mevlâna Celâleddin’e aittir. Öğrencisi Dr.Suphi Ezgi, çok güzel ney çaldığını, taksimlerde kusursuz, falsosuz, olağanüstü güzellikte cümleler kurduğunu söyler.

Fransızca bildiği için, bu dilden yazılmış mûsiki eserlerini getirtir okur, eski “Edvâr” kitaplarını incelerdi. Bu sûretle her iki mûsiki türünde geniş bilgi elde etti. Böylece mûsikimizin bilimsel yönüne eğilmiş oldu. O yıllarda bu konuyu kayınbiraderi olan Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Celâleddin Dede ile Ataullah Efendi de inceliyordu. Rauf Yekta Bey bu üç bilgin derviş arasında ilişkiyi sağlamış, bu çalışmalar sayesinde yüzyıllardanberi unutulmuş olan tonal sistemimiz ortaya çıkmış oldu.

Tasavvuf ilminde ve mesnevi okumada çok ustaydı. Mevlevihânede mûsiki, tasavvuf, Fransızca ve mesnevi dersleri verirdi. Alçak gönüllü,asil hareketli, etkili ve güzel konuşan, güzel yüzlü, nüktedan, eli açık ve hayırsever, şeyhliğin bütün inceliklerini nefsinde toplamış bir kimseydi. Başta Rauf Yekta Bey olmak üzere Kâzım Uz, Cemal Dede, İsmail Hakkı Bey, Münir Kökten, Sabri Efendi, Nurullah Kılıç, H.Sadeddin Arel, Suphi Ezgi, Ahmed Irsoy başlıca öğrencileridir. Özellikle Ahmed Irsoy ney çalmasını ve dindışı mûsikiyi Hüseyin Fahreddin Dede’den öğrenmiştir.

Mûsiki eserlerinin dışında Silsilenâme, Divançe, Mevlevilik Mecmuâsı gibi eserleri vardır. Mûsiki eseri olarak Acem-aşiran makamındaki Mevlevi âyini bestekârlıktaki kudret ve kabiliyetini gösterir. Bundan başka Celâleddin Efendi’nin bestelemiş olduğu dügâh makamındaki âyin için yaptığı peşrevi, iki saz semâisi, beş tane söz eseri sayılabilir. Karcığar makamındaki Kâr’ı unutulmuştur, acem-aşiran âyin ilk kez 1885 yılında okunmuştur.

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

Dügâh Peşrev

Hicaz-Ah eylediğim gonca-i handanın içindir

Hicazeyn Peşrev

Hisarbuselik-Yetmez mi sana pister balin kucağın

Hüseyni Saz Semaisi

Müstear Saz Semaisi

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.