Esendere Kültür ve Sanat Derneği

İbni Sina (980-1037)

28.06.2017
3.767
İbni Sina (980-1037)

Türk Mûsikisi tarihinde ikinci büyük isim, Farabi’nin ölümünden otuz yıl sonra dünyaya gelen, skolastik çağın en ve skolastik anlayışın en büyük temsilcilerinden biri olan İbni Sina’dır. Doğu kaynaklarında Ebûl Ali Sina, Ebûl Hüseyin Sina, Ebû Ali Hüseyin bin Abdullah bin Sina, Şeyhe’r-Reis gibi isimlerle bilinen İbni Sina, Batı kaynaklarında “Avisenna” adı ile anılır.
Bu Türkistan’lı Türk bilgini, döneminin modasına uyarak eserlerinin çoğunu Arapça ve Farsça yazdığı için bu milletlerden olduğu ileri sürülür. Hemedan’daki eski türbesinden yeni yapılan Anıtkabir’e kemikleri taşınırken kafatası, Prof.Şevket Aziz Kansu, Rus bilginlerinden M.M.Gerasimov, V.N.Ternovsky ve Atabekov tarafından antropolojik yönden incelenmiş, Türk ırkının bütün özelliklerini taşıdığı sonucuna varılmıştır.

Ailesi Orta Asya’nın Belh şehrinden gelerek Buhara’ya yerleşmiştir. İbni Sina, babasının resmi görevle bulunduğu Buhara yakınlarındaki Afşane’de 980 yılında doğdu; 1037 yılında yüz elliden fazla eser bırakarak elli yedi yaşında Hemedan’da öldü. Babası Abdullah Bin Sina, Samani Devleti’nin hizmetinde çalışıyor, kâtiplik ve maliyecilik yapıyordu.

Babası ile zamanının tanınmış bilginlerinden olan Natili’den özel dersler alarak ilk öğrenimine başladı. Üstün zekâsı çok küçük yaşta kendinin belli etmiş, on yaşında hâfız olmuştu. On sekiz yaşında çağının bütün ilim dalları ile ilgilenmiş, pek çoğunu öğrenmişti. Daha sonra ünlü bilgin İsmail Zahit’ten geometri ve mantık okuyarak bilgisinin ilerletti. Eski Yunan filozoflarının Doğu dillerine çevrilen eserlerini okuyarak, önce Ptolomaisos hakkından bilgi edindi; daha çok Öklit geometrisi üzerinde durdu. Bir yandan da dini konulara eğiliyor, Sarv, Nahiv, Fıkıh incelemeleri yapıyordu.Çok okuyan, az uyuyan bu ilim adamını gündüz çözemediği bir çok sorunları uykuda iken çözüme bağladığı ileri sürülmüş, adı zaman zaman efsanelere karışmıştır.

İBNİ SİNA’nın ilgisini tıp ve doğa bilimleri çektiğinden, on altı yaşında pratik olarak hekimliğe başladı. Bu eğilimi onu, ileride gelişecek olan gözlemciliğinin başlıca kaynağı olacak ve görüşlerini bu temele oturtacaktır. İlk gençlik yıllarında Farabi’yi okumuş, onun felsefesi ve metafizikle ilgili düşüncelerini altında ARİSTO’yu tanımıştı. Zamanın büyük bölümünü Buhara’da seyyar kitap satıcılarının arasında geçirirdi. Hatta ARİSTO metafiziğini çözemediği yılların bir gününde, sergide gördüğü bir kitabı, tellal ısrarla almasını, çok yararlanabileceğin söylemişti. Farabi’nin ARİSTO metafiziğini açıklayan bu kitabı alarak kısa sürede sorunlarını çözmüş, bir sokak satıcısının bildiği bir kitaptan kendisinin haberdar olmadığına çok üzülmüştür.

Yirmi yaşında iken bir şehzadenin, doktorların çare bulamadığı hastalığını iyi ederek Samani hanedanının dikkatini çekti. Bu olaydan sonra Buhara Sarayı’nın “Nuh bin Mansur Kitaplığı”nda rahatça izin verildi. Bir süre Samani’lerin hizmetine girdiyse de, bu devletin yıkılması ve babasının ölümü üzerine Horasan ve Harzem’e geçerek araştırmalarını burada sürdürdü. Tam bu sıralarda adı geçen kitaplık yanmış, İBNİ SİNA’nın yaktığı ileri sürülerek haksız yere suçlanmıştı. Aynı yıllarda tıp çalışmalarını hızlandırdı; Ebu Muhammed Şirazi’nin desteği ile Gürcan’dan ünlü “Tıp Kanunu”nu yazdı. Harzem’de El Birûni ona değer verdi; yanına alarak birlikte çalıştılar. Gittikçe ünü artan bu değerli ilim adamını çevresi kıskandı; hattâ bir süre takibata uğradı. Böylece Harzem’den de ayrılarak Hemedan’a geldi. Tıbbi araştırmaları sürerken, yaşadığı çağda eski Yunan’ın, Anadolu ve İlk Çağ filozoflarının eserlerini inceliyordu.

Orta Çağ Avrupası en karanlık dönemini yaşarken eski Yunan ve Anadolu filozoflarının eserleri ve skolastik düşünceler Doğu düşünürlerince biliniyordu. İBNİ SİNA’nın eserlerin de Endülüs Medeniyeti aracılığı ile Avrupa’da tanınarak yıllarca, özellikle “Tıp Kanunu” altı yüz yıl üniversitelerde okutularak tıbbın “Pir”i sayıldı.

İBNİ SİNA felsefesi, düşüncesi, varlık anlayışı açısından tam bir Orta Çağ filozofudur. İleri sürdüğü fikirler deney ve akılcılığa dayanır. Duyularla kazanılan deney verilerini, akıl ilkelerine göre açıklar. Ona göre deney, bilginin işlemesinde en güvenilir yoldur Farabi gibi felsefeye mantıkla girmiş, düşüncelerini Ebû Bekir Râzi’nin deneyiciliği ile birleştirmiştir. Bilginin ilerleyişi akıl, deney ve gözlem yolundan geçer. Yukarıda da değindiğimiz gibi, felsefede bu sonuca ulaşmasını tıp ve doğa bilimlerindeki gözlemciliğe borçludur.

Felsefeyi pratik ve teorik olarak ikiye ayırıp incelemiş, eski Yunan felsefesini, İslâmi ilimlerden “Kelâm” ile bağdaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle Gazali ile Farabi arasında bir köprü olmuş; Gazali, Farabi’yi İBNİ SİNA’dan öğrenmiştir.

Büyük bir tıp bilgini olmakla birlikte asıl kişiliğini, Orta Çağ’da uzun süre tartışılan Tanrı varlığının kesin bir zorunluluk olduğu konusunda görüşlerini ileri sürmesi, Kelâm sorununa bir çözüm getirmesi ile ortaya koymuştur. Dini bağımsız bir bilgi alanı olarak inceler. Din ve felsefe arasındaki çelişkiler bağdaştıran ve iki kavram arasındaki farklılıkları gidermek için, ileri sürdüğü fikirlerde Farabi’nin etkisi görülür. Din felsefesini yaratılış, ahiret, peygamberlik, Kelâm olarak dört ana dala ayırarak açıklar. İnsan bilgisinin Tanrı’yı ve Kâinat’ı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder.

Bunlardan başka tasavvuf, metafizik, bilgi,akıl, ruhbilim, mantık, cebir, geometri gibi konuları çağının düzeyinin çok üstünde, ileri bir görüşle açıklamaya çalışmıştır. Tıp araştırmalarında insanları hasta eden görünmeyen varlıkların bulunduğu sezmiş ve eserlerinde bunlardan sık sık söz etmiştir. İBNİ SİNA’ya göre insanlarda bağımsız bir ruh bulunur ve bu kavram Tanrı’dan yansıyan en büyük kanıttır. Bu görüşlerinin özelliği yüzyıllarca Batı filozoflarını etkilemiştir.

Edebiyatla da uğraşmış, içki içtiğini ileri sürerek “kâfirlik”le suçlayan karşıtlarına kendini güzel bir şiirle savunmuştur.

İBNİ SİNA’nın mûsiki hakkındaki görüşleri yeterince incelenmemiştir. Mûsikiyi bir ilim, aynı zamanda sanat ve kültür dalı sayar. O da Farabi gibi Kindi’nin eserlerinden yararlanmış, bu görüşlere yenilerini eklemiştir. Mûsiki ile Astroloji ilişkisini kabul etmez. Farabi’nin geliştirdiği bilimsel temele oturan mûsiki, onun “Cevâmi’l-İlmi’l-Mûsiki” adındaki eseri ile çağının en yüksek noktasına ulaşmıştır. Mûsiki ilmini ikiye ayırarak inceler.Eserinin birinci bölümünde nağmelerin uyum ve uyumsuzluğunu açıkladıktan sonra “mûsikinin konusu nağmelerdir” der. İkinci bölümde usûllerden söz ederek bunların nağmelerle ilişkisi üzerinde durur. Seslerin tizliğini ve pestliğini Farabi’nin görüşleri açısından açıklar. Yukarıda adı geçen eserinin bir bölümü ile “Kitabü’ş-Şifâ”nın “Riyazi” ilimler bölümünün XII. Faslını mûsikiye ayırmıştır. Sonununcusunun mûsiki bölümü Baron d’Erlanger tarafından “Arap Mûsikisi” başlığı altında Fransızca’ya çevrilmiştir. “Kitabü’n Necat” (Kurtuluş Kitabı) ile Dânişnâme’de de mûsiki ile ilgili bölümler vardır. Bunlardan “Kurtuluş Kitabı” Almanca olarak yayınlanmıştır. Mûsikiyi matematik ve fizik ölçüleri içinde incelendiğinden, ustası gibi Pitagoras’ın görüşlerini benimsemiş, fakat onun kadar derinlemesine inmemiş, mûsikinin ameli yönü ile uğraşmamıştır.

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.