Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Bu Şuursuzluk Ne Zamana Kadar?

10.09.2017
2.000
Bu Şuursuzluk Ne Zamana Kadar?

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Geçtiğimiz 10 Kasım’da İzmir Çamdibi’ndeki M.Mahmutbey İlköğretim Okulunda müzik açısından özel bir gün yaşandı. Müzik öğretmenleri Ferah Akalın yönetimindeki öğrenciler, 10 Kasım münasebetiyle “Türk Çocuğundan Ata’sına “ parçasını söylerken, başta öğretmenler olmak üzere bütün okul ağlıyordu. Neydi bu günü diğer 10 Kasım’lardan farklı yapan ve neydi bütün okulu ağlatan? Ünlü eğitimci Rakım Çalapala’nın “Yüzünü göremedim, sesini duyamadım” sözleriyle başlayan şiiri üzerine bestelenen ve M.E.B. nın “Ortaokullar için Müzik 1-2-3” adlı kitabının 190. Sayfasında yer alan bu parça, Segah makamında bir ağıttı ve bestecisinin 40. Bestecilik yılı münasebetiyle 1992’de TRT-1’de yayınlanan programda 80 kişilik öğrenci korosunun icrasında olduğu gibi, sadece ney eşliğinde söylenmişti (Ferah öğretmenin neyzen eşi Yavuz Akalan’ın neyi eşliğinde). Şimdi, okuyucularımızdan bazılarının “Nasıl? Okulda Segah makamı ve ney mi?” diye hayretle sorduklarını duyar gibiyim. Dilerseniz, olayı 12 yıl öncesinden alarak anlatayım. 1983’ün Dünya Gençlik ve Avrupa Müzik Yılı olması münasebetiyle zamanının başbakanı Turgut Özal’a okullarımızdaki müzik eğitimi faciası üzerine bir rapor sunmuş, çözüm yolları için görüşlerimi belirtmiştim. Merhum Özal’ın raporu okuyup gereği için Milli Eğitim Bakanı V.Dinçerler’e, onun da Talim-Terbiye Kurulu Başkanı Ülkü Bilgen’e göndermesi üzerine, ülkenin uzman müzikçilerinden oluşan bir Müzik Özel İhtisas Komisyonu kurulmuş, komisyonun çalışmaları sonunda okul müzik eğitiminde 50 yıldan beri devam eden %98.5 Batı Müziği, %1.5 Türk Müziği bilgileri oranı, her ikisi içinde %50 oranındaki doğru dengesine getirilmiş, orta-öğretimin 6 yıllık müzik müfredatı bu orana göre yeniden düzenlenmiş, Türk çocuğunun Bach, Beethoven, Mozart’ın yanında Itri’yi, Dede’yi, Tanburi Cemil Bey’i tanımasına, Do majörle Mi minörün yanında Rast’ı, Segah’ı,Hicaz’ı da öğrenmesine imkan veren bu müfredat, üniversite ve konservatuarlardan da alınan görüşlerle önce Talim-Terbiye, sonra Bakanlar Kurulunca kabul edilip Resmi Gazetede yayımlanarak 1988 yılından itibaren yürürlüğe girmişti.

Son ortak kurul toplantısında bazı müzik öğretmenlerinin, “Demek ki şimdi ben çocuklarıma Itri’nin bir parçasını resmen öğretebileceğim! Şükürler olsun!” diye zamanının M.E. Bakanına gözyaşları içinde teşekkür ettikleri bu müfredat, Batıcı yobazlardan ödü kopmayan kültür milliyetçisi bir başbakanın kararlılığı sayesinde , işte böyle bir esasa dayalı olarak ve böyle bir çalışmayla gerçekleştirilebilmişti. Az önce sözünün ettiğim, Segah makamındaki “Atam” parçasının yer aldığı kitap da işte o %50 denge esaslı müfredata uygun olarak yazılmaya çalışılmıştı. Pekiii… Çalışıldı da ne oldu? Türk aydınını beyin travmasına sokan İngiliz tezgahı Tanzimat depreminin devamı olarak, 1926’ da okullarda din ve müzik eğitimini yasaklayan M.E.Bakanı Mustafa Necati’nin, Konservatuardan (Darülelhan) Türk müziği eğitimini kaldırtan Musa Süreyya’nın, “Alaturka zordur, çocuklar söyleyemez” yalanıyla bürokratları 50 yıl boyunca aldatan Ekrem Zeki Ün ve Adnan Saygun’un çocukları, yani Gazi Eğitim’in müfrit Türk müziği düşmanı olarak yetiştirdiği ülkemizin bugünkü müzik öğretmenleri, bu kitaba karşı çıktılar. Şimşek gibi orkestra şeflerinin hikmetli desteğinden de cesaret alarak, kitaptaki Türk müziğiyle ilgili bölümleri okutmama kararı aldılar. Nasıl almasınlar ki? Sadece Chopin, Brahms, Wagner’le beyinleri yıkanmış, Rast’ın, Segah’ın, Hicaz’ın ne olduğundan habersiz bir cahiller ordusu, bilmediğini, öğrenmediğini, nefret ettiğini nasıl öğretir? Müzik öğretmenlerinin Türk müziği konusundaki bilgisizliğinin telafisi için Bakanlığın yaz aylarında düzenlediği hizmetiçi eğitim seminerleri de, yobaz Batıcılar tarafından sabote edildi. Son olarak birkaç ay önce İstanbul’da müzik öğretmenlerinin “Zümre Toplantısı” gibi Türkçe fukarası bir isimle yaptıkları mesleki toplantıda, “Biz okullarda Türk Müziği istemiyoruz!” diye dayatmaları da, hala aynı pisliğin devamından başka nedir ki? Kültür ve şuuru bozmanın ne kadar kolay, düzeltmeninse ne kadar zor (adeta imkansız) olduğunu, şu misal en açık şekilde anlatmıyor mu? Siz istediğiniz kadar doğru esaslar koyun, doğru kitaplar yazın. İpin ucu sizin elinizde değil ki! Biz kendi kedinden nefret etmeyi ve başka kültürlerin maymunu olmayı çağdaşlık zanneden bu şuursuz gidişin, hiçbir siyasi kuruluş tarafından –tek başına iktidara gelmesine izin verilse bile- durdurulabileceğini zannetmiyoruz. Ama belli olmaz,çok iyi yetişmiş bir kültür milliyetçisi kadrosuna sahip olur ve 30 yıl sürekli iş başında kalabilirse belki… (9 Aralık 1995)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.