Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Kanuni Âma Nazım Bey (1884-1920)

29.06.2017
2.982
Kanuni Âma Nazım Bey (1884-1920)

Âma Nâzım Bey 1884 yılında Üsküdar’ın Karacaahmed Mahallesi’nde doğdu. Yüzbaşı İbrahim Efendi’nin oğludur.Küçük yaşında babasını ve annesini beş yaşında bir kaza sonucu gözlerini yitirdi. Öksüz ve yetim olarak halasının yanına sığındı ve halası tarafından büyütüldü. Halasının 1897 yılında ölümü üzerine büsbütün kimsesiz kaldığından, yakınlarının yardımı ile Koska’daki “Dilsizler ve Âmâlar Mektebi”ne yerleştirildi. Bu okulda diğer öğrencilere göre çalışkanlığı, zekâsı, özellikle mûsikiye karşı gösterdiği olağanüstü kabiliyetinden dolayı kanun öğrenmeye başladı. Dört yıl sonra mezun olduğu zaman üstün denebilecek şekilde çaldığı kanunla büyük bir sanatkâr olacağını ortaya koymuştu.

Sanat çevrelerine kendisini kısa sürede kabul ettiren Nazım Bey, 1908-1912 yılları arasında Mûsiki Osmani’nin bir üyesi olarak dört yıl süre ile dersler verdi, eserler meşk ettirdi. Bestekârlığa da bu yıllarda başlamış, ilk eseri olan mahur makamındaki “Müptelayı aşkı olup çekmekteyim derd ü mihen” güfteli şarkısını bestelemişti. Daha sonra merhum İsmail Hakkı Bey’le zamanın büyük ustalarından nota öğrenmiş, eser meşk etmiş, büyük küçük usûllerin hemen hepsini vurmuştu. Bir eseri karşısındakine nağmelerin portredeki adlariyle, kıymetleriyle, arızalariyle kolayca yazdırıverirdi. 1916’dan itibaren “Merhum Kemani Reşad, Neyzen İhsan, Udi Fahri Kopuz, Kemani Ve Tanburi Ömer, Hanende Cemal, Sıdkı, Memduh’dan müteşekkil Darüttalimi Mûsiki’nin ilk kurucularındandı. Mütareke senelerinin acı günlerinde bu heyetin verdiği konserler, o zamanlar derin bir yeis ve futur içinde kıvranan gönüllere birkaç saatlik huzur ve teselli verirdi.”

“Müdürü ve müessisi bulunduğu (İnas Mûsiki Mektebi) ile hususi meşklerinde birçok değerli çıraklar yetiştirmiştir. Şeref ile Muazzez Hanım en seçkin talebelerindendir. Radyomuzun kıymetli sanatkârı Vecihe Daryal ilk kanun derslerini Muazzez Hanım’dan almıştı. Şu halde o da sanat yolunda Nazım merhumun torunudur.

Nazım Bey’in kişiliği, günlük hayatı ve sanatı hakkındaki görüşleri şu yetkili kalemden sunuyoruz: “…Birinci Dünya Harbi’nin mihnetli, ızdıraplı, yoksul seneleri içinde hafta tatillerini geçirmek üzere Sineklibakkal’da, Kâtip Musluhiddin Mahallesi’nde kira ile oturduğumuz eve gelirken, Cerrahpaşa Yokuşu’nun yukarı doğru gittikçe dikleşen kaldırımları üzerinde inen çıkan bir insan kalabalığının arasında sağında kısa boylu, çarşaflı, güler yüzlü, yaşlı bir hanımın parmaklarının dirseğine hafif temasıyle refakat ettiği orta boylu, tıknaz sevimli ve koyu esmer yüzlü, başında koyu renk fes, sırtında redingot ve mevsime göre bu redingotun üstüne geçirilmiş ve pardesü veya palto, ayaklarında kenarları lastikli çekme potinleri, elinde bastonuyla mütevekkil mütevazi bir insan en çok nazarı dikkatimi çekerdi. Günün birinde bu küçük kafileye, kolunun altında siyah bir kadife torbaya yerleştirilmiş sazı ile on üç, on dört yaşlarında bir çocuğun da katılmış olduğunu gördüğüm vakit bu alâkam büsbütün artmıştı.”

“Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, İstanbul’u silip süpüren yangınlardan birinden sonra bu hazan ikili, bazen üçlü kafilenin bizim sokağa, büyük Cemil’in dehakâr, ibdakâr nağmelerinin ve çeşitli hatıralarının sinmiş olduğu mescitli, sebilli, evliyalı sokağa saptıklarını görmüş ve nihayet her manasıyle insan olan bu insanın, o zaman İstanbul ufuklarını saran Kanuni Nazım Bey olduğunu öğrenmiştim.”

“Diyorlardı ki, onun çaldığı kanun değil, belki ellerinin her hareketiyle tellerin üzerine avuç avuç serptiği bülbüllerin şakımasıdır. Bundan sonra bende başlayan onu dinlemek arzu ve iştiyakı ilk olarak Şehzadebaşı’nda Darüttalim-i Mûsiki Heyeti’nin vermiş olduğu bir konserde tahahkuk etmişti. O gün değil ise bugün bile o hatıraların içine girdiğim zamanlar Nabi’nin sonradan öğrendiğim:

Her nağmede bir nahl-i güle kondu safâdan
Her nağmede tebdil-i makâm eyledi bülbül

Yâhut Şeyhülislâm Bahâi’nin:

Dili dildar nermetmiş işittim nâle vü zârın
Aceb kim taşa tesir eylemiş feryâdın ey bülbül

Beyitlerinin esrarlı mânasını daha derinleşen ve koyulaşan bir hararetle anlar, duyar gibi oluyorum.”

“Nihayet bir gece, bir dostun tavassutu ile bu büyük sanatkâr ve kâmil insanla tanışmak saadet ve bahtiyarlığına eriştim. Bizi fevalâde zarafet ve nezaketle karşıladı. Havai ve âfaki birkaç cümleden sonra söz mûsikiye ve nihayet sazlara intikâl etti. Çaldı, çaldırdı, teşvik ve takdir edici sözlerle gönlümü aldı.”

“Bu gece sohbetleri gittikçe koyulaşan bir samimiyet ve yakınlık havası içinde bir çok seneler devam etti. O gecelerde neler konuşulmazdı… Herkesten önce gelen İrani Mehmed Ali Efendi o haftaki dersini dinletir; sonra Maliye Nezareti hulefasından ve eski hanendelerden Tevfik Bey’den eserler meşk edilirdi.”

Mûsikimizin inceliklerini okuduğu okulun hocası olan Medeni Aziz Efendi’den öğrendi. Kültürlü ailelere derse gitmiş, çeşitli meşkhânelerde çok öğrenci yetiştirmiştir. Evine de öğrenci kabul ederdi. Dönemin en başta gelen ustalarındandı. Olağanüstü icrası için “Kanunu keman gibi çalar” derlerdi.

“Merhum Nazım kanundan başka ud, kemençe de çalardı. Kemençeyi her sazdan, hattâ kanundan da fazla sever, Cemil Bey’in kendisini ve plâklarını dinlediği zaman duyduğu takdir ve hayranlıkları daimâ tekrar eder dururdu. Bestelediği şarkı formundaki yirmi yirmi beş kadar eseriyle bir peşrevi ölümünden sonra talebesi Şeref Hanım tarafından yazılmış ve Şamlı İskender Efendi tarafından neşredilmiştir. Bu eserlerde, Hâşim Bey’den Lemi Atlı’ya kadar uzanan şarkı an’anesinin kuvvetli tesirleri, izleri görülür. Bilhassa evcâra makamındaki şarkısı en güzel, en sanatlılarından biridir.

Kanuni Nazım Bey daha pek genç yaşında iken ve kendisinden uzun yıllar yararlanabilecek bir çağda, 11 Eylül 1920 tarihinde bir kalb krizi sonucu öldü. Ertesi günü misline az tesadüf edilir bir kalabalığın elleri üstünde ve gözyaşları ile hâfız arkadaşlarının tehlil okuyuşları arasında Silivrikapısı dışında toprağa verildi.

Nazım Bey o yıllarda mûsikimize yeni girmiş sayılabilecek olan bu sazda bir uslûb yaratan, Ömer Efendi’den başlayarak Kanuni Hacı Arif Bey, Ferit Alnar, Vecihe Daryal zincirinin üçüncü halkasıdır ve büyük ustalarından biridir.Zamansız ölümü ve geride yoksul bir aile bırakması yakınlarını çok üzmüşse de verilen sözler kısa zamanda unutulmuştur. Bunların içinde yalnız Neyzen İhsan Aziz Bey sözünde durmuş, ailesine yardımcı olmuş, çocuklarının yetişmesini sağlamıştır. Kızlarından Nebile Hanım santur, Naime Hanım (İspahi) kanun çalmasını öğrenmiştir. Her ikisi de İstanbul Belediye Konservatuarı’nda öğretmenlik yapmışlar, Darüttalimi Mûsiki’de çalışmışlardır. Naime İspahi, Ferit Alnar stilinde bol tremololu ve temiz çalan orta derecede bir kanuniydi. Ferit Alnar Almanya’ya gidince ondan boşalan yere, Darüttaliimi Mûsiki’ye girmiştir. Kanuni Nazım Bey’in yirmi üç tane eseri biliniyor.

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

Evcara Nuksetdi Yine Atesi Sevdaya Gonul

Huseyni Husnu Anin Gonlumu Kildi Esir

Nihavend Mukemmel Sun I Lem Yezelsin

Zavil Dideden Cikmaz Hayalin Bir Zaman

Huseyni Lal Olursun Soylesem Bir Fıkra Tabi Sineden

Zavil Ey Guli Bagi Nezaket Dilnevaz

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.