Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Tanburi Mustafa Çavuş (1700-1770)

28.06.2017
6.030
Tanburi Mustafa Çavuş (1700-1770)

Türk Sanat Mûsikisi’nin bu önemli XVIII.yüzyıl hakkında, üzülerek belirtelim ki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Türk Mûsikisi tarihi ile ilgili belgelerde adı Tanbûri Mustafa Çavuş, Mustafa Çavuş, Tanburi, Âşık Tanburi gibi isimlerle anıldığı görülür. Doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. Dr.Suphi Ezgi bazı kaynaklara dayanarak ailesinin Kadıköy’ünde oturduğunu, Kadıköylü Kadı Mehmed Efendi’nin oğlu olduğunu, bu yüzden “Kadı-zâde” adını aldığını söylüyor. Refik Ahmed Sevengil ise, Hâfız Hızır İlyas Efendi’nin “Vak’ayi-i Latâif-i Enderûn” adındaki eserine,Fatih’teki Ali Emiri Kitaplığı’nda 736 numarada kayıtlı Edirneli Derviş Hüseyin’in (H.1146) tarihli güfte mecmuâsına ve Suphi Ezgi’nin “Tanbûri Mustafa Çavuş’un 36 şarkısı” adındaki eserine dayanarak XVIII.yüzyılın ilk yıllarında doğduğunu ve aynı yüzyılın ikinci yarısından sonra ölmüş olabileceğini ileri sürüyor. Bu tahminlere göre mezarının yeri bilinmeyen bu büyük sanatkâr 1700-1770 yılları arasında yaşamış olabilir. Esad Efendi’nin verdiği kısa bilgiye göre Enderûn’dan yetişti ve saray geleneklerine göre “Çavuşluk” rütbesine kadar yükseldi. Sultan I.Mahmud ile Sultan III.Selim dönemlerinde üne kavuştu. Tavşanca ve köçekçelerin büyük bir bölümünün onun eseri olduğu ileri sürülür.

Saraydan ne zaman ayrıldığı, ne gibi görevlerde bulunduğu, kimlerden ders alarak yetiştiği bilinmezlik içinde. Her ne kadar Kadıköy’ünde doğduğu ileri sürülüyorsa da Mustafa Çavuş, gelenek ve göreneklerine bağlı, halk mûsikisi ve halk şiiri zevkini tatmış, bunu verdiği eserlerde kuvvetle hissettirmiş bir halk çocuğu olsa gerektir. Bu nedenle çağının özelliklerine uymayan, şen , şuh, nükteli ve samimi bir uslûbu ve ilginç bir sanatkâr kişiliği vardır. Şâirane benliğinden doğan şiirlerine yapmış olduğu besteleri, aynen şiirleri gibi, her türlü özenti ve gösterişten uzaktır. Samimiyetten yola çıkmış, sanat endişesi ile hareket etmemiştir. Çağının mûsiki anlayışına uymamış, bir eserinin dışında büyük beste formlarından eser vermemiştir. Kendi tabiatına uygun olanı yaptığı için, o zamana göre alışılmışlığın dışında kalan şarkılarının sanat değeri çok yüksektir; şarkı formunun en güçlü öncülerindendir. Böyle olduğu için Mustafa Çavuş, “…mûsikişinas olarak şarkı edebiyatımızda kendinden öncekilere göre yepyeni bir çığırın ve bugünün anlayışına, zevkine bütün tazeliği ve heyecanı ile seslenen bir seviyenin sahibidir.”

“…Mûsikişinas olarak şarkı edebiyatımızda yapmış olduğu orjinalite kadar, şiirde de kendine mahsus çağır açmıştır. Kullandığı ölçülerin ritmik ihkişâfındaki şekillenmede güzel anlayış ve buluşları vardır. Makamlarımızın esetetik ve karakterlerini pek güzel anlamış, kavramış ve ifâdelendirmiştir. Güfteleri, halk edebiyatımızın biraz “şehir dili” karışmış özel örnekleridir; hepsi kendisinindir. Şarkılarında söz ve ses olarak şen, şuh bir lirizm vardır. Bazı bestekârlarımız üzerinde etkisi olduğu görülür. Nihâyet Mustafa Çavuş, halk sanat ve zevk seviyesini şehir sanat ve zevk seviyesine ustalıkla tatbik etmeyi bilmiş, başarmış en büyük şarkı bestekârlarımızdandır.”

Bu şakrak sevimli, neşeli ve çarpıcı uslûbun anlaşılması ve bellenmesi kolay olduğu, her zevke hitap ettiği için günümüze altmış dört eseri gelebilmiştir. Bunlardan otuz altısı notasını Dr.Suphi Ezgi 1948 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı aracılığı ile yayınlamıştır. Bu şarkıların otuz beşinin aranağmesini Suphi Ezgi, “Dök zülfünü meydane gel” güfteli Hisar Bûselik makamındaki şarkının aranağmesini de Udi Nevres Bey bestelemiştir. Bir çok eseri de unutulmuştur. Eserlerinin bir Beste, diğerleri ise Şarkı formundadır. Bu eserlerinde yürük aksak, düyek, ağır düyek, rask aksağı gibi usûlleri kullanmıştır.

Mustafa Çavuş aynı zamanda bir hece, yâni halk şâiridir. Şiirlerinde “Tanburi” mahlasını kullanmış, sâde ve duru bir Türkçe ile özentisiz, duygulu ve sanatlı şiirler söylemiştir. Elde bulunan şiirleri gözden geçirilirse şiir geleneklerimiz içinde “Edebi Sanatlar”a sık sık yer verdiği görülür. Gerek mûsikide, gerekse şiir söyleme sanatında ortaya koyduğu eseler onun “mûsiki” ve “Âşık Edebiyatı” ile klâsik mûsikinin arasında yer aldığı ve kendine özgü bir sanatın mensubu bulunduğu dikkati çeker. Enderûn’dan yetişmiş olmasına rağmen mûsiki anlayışını değiştirmemiş, ilhamlarını sanatın dar kalıplarına sıkıştırmamıştır.

Diğer bestekâr şâirlerimizin halk şiiri vadisinde söyledikleri dikkate alınırsa, Mustafa Çavuş’un güçlü bir “Hece Şâiri” olduğu sonucuna varılabilir. Bu yönü yeterince araştırılmamış olan bestekârımızın şiirlerinden örnekler seçerek vermeyi uygun buluyoruz. İşte “Cinaslı” bir şiiri;

Keremkânı efendim gel gül yüze
Bülbül gibi hasret oldum gül yüze
Günde yüzün elli kerre görsem de
Tamahkârım,gözüm doymaz gül yüze.
Nar-ı firkat yerden göğe erişti,
Burc-u âhım kamer ile buluştu.
Yüz elli yıl ede Bâri ömrünü,
Zâfir bâtın yıldızımız barıştı.
Ne mümkündür ben durayım yüz yüze,
Seyreyleyim hâl-i aşkım yüz yüze
Sultan-aşk dergâhında Tanburi
Çek çileni bir gün gele yüz yüze.

Mustafa Çavuş şiirlerinde mûsikimizde kullanılan bazı makamların isimlerini başka anlamlarda kullanmış, bunlarla bir takım söz oyunları yaparak aynı makamlardan besteler yapmıştır; meselâ, bûselik makamından bestelediği bir şiirinin son dörtlüğü şöyle;

Mecnûn-misal gibi hâlim,
Sevdiğini bilir Bâri
Tanbûri’nin her nağmesi
Bûseliktir gül-izârı.

Muhayyer makamından bestelediği bir başka şiirin son dörtlüğü ise şudur;

Okundukça beste dilde,
Tanbûri’yi pek tut elde.
Sen çıkarma, gözle aşkın,
Muhayyer’dir zirâ perde.

Şimdi sunacağımız şiirinin samimiyeti, duru Türkçesi ve ifâdesindeki güzellik dikkat çekicidir; âdeta bir kır manzarası çizmiş gibidir;

İki âhû bir derede su içer
Dertli âhû dertsizlere dert saçar.
Nazlı yârim nasıl benden vazgeçer?
Varsın avcı başka avlar avlasın
Tazıları dağdan dağa yollasın.
Çıka çıka şu dağları yoruldum,
Ben âhûnun gözlerine vuruldum
Âhûm için bu yerlere kul oldum
Varsın avcı başka avlar avlasın
Tazıları dağdan dağa yollasın.

Son olarak şu güzel şiirini vermekle yetiniyoruz:

Safa geldin efendim sen;
Dâğ-ı sinem oldu rûşen.
Felekten bir ay-gün doğdu
Nûr ile yer oldu Gülşen.
Hüsnün gibi bâğ-ı İrem,
Bulunmaz ki gönül verem!..
Şeref burcu açılırsa,
Mâhitâbda belki görem
Âşık mısın Tanbûri sen?
Gör kendini, haddini bil sen!…
Açılırsa gül cemâli,
Nice olur hâlin görsen.

Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.

Hisarbuselik Du Cesmimden Dusmez Askin Hayali

Neva Safa Geldin Efendim Sen

Suznak Hicab Etme Benden

Isfahan Ne Safadir Eyyami Gul

Nikriz Elmas Senin Yuzun Goren

Neva Muntazirim Tesrifine Reftar Ile Revisine

Huzzam Guzellerde Ne Bu Halet

Acem Acil Bahtim Senol Gonlum Uyuma

Sehnaz Meclis Ara Mugpecenin

Saba Kurban Olam Bir Dilbere

Buselik Mahitabta Gordum Yari

Isfahan Mah Yuzune Bakmaklar Doyulmaz

Sehnaz Firsat Bulsam Yare Varsam

Gerdaniyebuselik Garip Gonlum Mahzun Yine

Gerdaniye Cikalim Daglar Basina

Mahur Nazar Etti Bazi Yaran

Arazbar El çekeli Zulfi Yardan

Ussak Girdim Yarin Bahcesine Ayvalık Narlık

Isfahan Sirma Saclari Perisan

Huzzam Acanim Gel Acma Sirri Pinhani

Huseyni Bir Dilberdir Beni Yakan

Ussak Canim Tezdir Sabredemem

Ussak Yavrucagim Guzellendi

Saba Bir Esmere Gonul Verdim

Sehnaz Geleydi Nuri Ayinim Simdi

Bayati Meclise Gel Gonlum Eyle

Arazbar Ezerlidir Bu Ask Bende

Mahur Bir Yari Nev Hos Edadir

Buselik Kerem Kani Efendim

Huzzam Vefa Yoktur Akan Suda

Tahir Hic Uyutmaz Derdim Beni

Mahur Gul Mevsimi Seyredelim Bahari

Huzzam Cikayi Gideyim Daglar Basina

Isfahan Boyle Rakkas Ne Demek

Bayati Bir Rum Dilbere Oldum Muptela

Nevabuselik Tahammul Kalmadi Zerrece Dilde

Muhayyer Hala Gonlum Bir Guzelde

Mustear Begenirsen Al Yanina

Nisaburek Meclise Gel Dilruba

Acem O Yar Bana Gor Neyler

Sedaraban Hayli Demdir Ben Ararim Esimi

Acem Bir Asikin Olsa Yari Terkedemez

Saba Lofcanin Ustunde Kuyu

Hisarbuselik Dok Zulfunu Meydana Gel

Huzzam Sevdim Yine Bir Afet Gibi Yar

Sehnazbuselik Kucuksuda Gordum Seni

Bayati Cikalim Saydi Sikare

Saba Badisaba Melin Melin Esersin

Isfahan Feslegen Ektim Gul Bitti

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.