Esendere Kültür ve Sanat Derneği

Yazı I

10.09.2017
1.805
Yazı I

Cinuçen Tanrıkorur’un “Biraz da Müzik” adlı kitabından alıntıdır

Hattı –hem sanat, hem maişet konusu olarak- hariç tutarsak, yazı yazmayı zaten fazla sevmemiştik. Teknoloji tuz biber ekti: önce telefon, sonra fax ve nihayet e-mail, değil mektup yazma, iki satırlık bir kart gönderme adetini dahi kaldıracağa benziyor. Hani mecbur olmasak evrak veya bayram tebriği imzalama dışında elimize hiç kalem almadan yaşayacağız. Hesabı zaten Casio’lar yapıyor. Eskiden ‘Vur kaleme!’ diye bir deyimimiz vardı; şimdilerde belki de ‘Vur Casio’ya!’ deniyordur. Mükellef müdür masaları üzerindeki pahalı yazı takımlarının, tüy gibi dikine duran kalemlerinin hep kuru olması bundan olsa gerek!.. Oysa yazı, toplumların düzen ve sükun içinde yaşamasını sağlamada olsun,bilgi dağarcığını genişletip sonraki nesillere aktarmada olsun, en hayati önemi taşıyan bir unsur olmasaydı, diller de, dinler de ona bu kadar büyük bir önem verirler miydi? Yazının önemi, sözün uçuculuğuna karşı nesiller arasındaki bağlantıyı bozulmadan korumasında. İlahi emirleri peygamberleri zamanında kaleme alınmamış dinlere batıl veya bozulmuş gözüyle bakmamız bundan değil mi?. “Verba volant, scripta manent” (Söz uçar, yazı kalır) demiş Romalı ikibin yıl önce. Biz de sözün uçuculuğunu ‘Buz üstüne yazı yazar gibi’ deyimiyle anlatmışız. Anlatmışız da, çok yazmamışız nedense. Tabii buradaki ‘çok’ sözü, kendilerini de, başkalarını da gerçekten çok yazmış olan Çin, Hind, Arap, Bizans ve Avrupa kültürleriyle kıyaslandığında ortaya çıkıyor. Yoksa Osmanlılar, imparatorluk olmanın getirdiği sorumlulukla, en azından resmi kayıtlar açısından az yazmış sayılmazlar (bir tek Süheyl Ünver örneği dahi, atalarımızın ‘tesbit’ e ne büyük değer verdiklerinin mübarek bir delilidir). Eski sivil mimarimizin çoğunlukla ahşap olması pek çok değerli belgenin yangında gitmesine sebep olmuş. En büyük yangını ise alfabe değişikliğiyle geçirmişiz. Sıfıra sıfır, elde var sıfır.

Türkiye’nin çeşitli amaçlarla Batıya insan gönderişinin kıdemi yaklaşık yüz yıl. Geçen asrın başlarında ‘Avrupa görmüş adam’ niteliği çok önemli bir referanstı. Sadece Avrupa değil, Amerika görmüşlerimizin sayısı da gitgide artıyor. Ama okumaya, çalışmaya, görgü-bilgi artırmaya gidenlerimizin çoğunluğu, yazının ortalarda taşıdığı önemi ciddi olarak gözlemleyip “Biz böyle şeyleri niye düşünemiyoruz?” diye hiç kaygılanıyor mu acaba?… İnsanını hiçbirşey bilmek zorunda farzetmeden (çocuk bilgisizliği veya tecrübesizliği seviyesinde kabul ederek) en basit gibi görünen konularda dahi uyarı levhaları koymak, Batılının gözünde, herkesi her şeyi bilir veya düşünür farzedip kazalara-nizalara-huzursuzluklara sebep olmamak için, vazgeçilemeyecek bir zaruret. Köyde-kentte, yolda-belde, evde-lokantada-hastanede, tualette-kuaförde-benzincide o kadar çok uyarı levhası var ki insan şaşırıyor. Siz Türkiye’de “Burada tütün ürünü kullanmak …sayılı kanun gereği yasaktır. Aksine davranmanın cezası 25 dolardır” yazan ev veya işyeri asansörü gördünüz mü hiç?. Ya postanede “Görevli gişe memuru tarafından çağırılıncaya kadar bu çizgide bekleyin” uyarısı?.. Ya hastanede “Kayıttan sonra 15 dakikadan fazla beklemişseniz, müracaat sekreterini uyarınız” güvencesi?. Veya “Sakat arabası park yeri. Sakat plakası olmadan park etmenin cezası 100 dolardır” yazan otoparklar?…

Birçok okuyucumuz, “Tamam, bütün bu levhaları koyduk. Kim uygulayacak ve hangi güç bunları bizim insanımıza uygulatabilecek?” sorusunu haklı olarak soracaktır, biliyorum. Koskoca başbakanlık binasının müracaatında dahi, “Sigara içmek yasaktır” levhasının altında oturan polislerin hepsinin rahat rahat sigara içtiği bir ülkede ?!. Ama.. Devlet varsa, kanunları ve bunları uygulayacak gücü de var farzedilir. Halkına rüşveti unutturamayan, adil vergi toplayamayan ve uygulatamadığı kanunları olan devlet, aslında yok demektir. Yazının ve uyarı levhalarının öneminden çıktık, nerelere geldik. Ama yazı gibi uyarı levhaları da süs eşyası değildir; uyulmazsa ölüm getirecek kadar önemlidir. Kırmızı ışığa ve DUR levhalarına aldırmayan, kapalı açıyla dönüş yapan, hele kadın sürücü görünce ille de geçeceğim veya geçirmeyeceğim diye inatlaşan ve durulmayacak yerde fütursuzca duranlar, sadece kendilerinin ve başkalarının hayatına önem vermiyor değil, karşılarında devlet diye bir güç tanımıyor, vatan sevgisinin ne demek olduğunu bilmiyor, ellerini ceplerine attıkları zaman her türlü suçtan kurtulacaklarına inanıyorlar demektir. Ki bu da ülkeyi vatan olmaktan çıkarıp güçlünün kanunlarına göre yönetilen bir vahşet ormanına çevirir. (4 Mart 2000)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.